Çocuktum.
Harman kokusu kaplardı henüz yazın sıcağı eksilmediği zamanlarda, Kırıkhan’ın beton görmemiş, bozulmamış tarlalarında.
Döğenlerin buğdayları saplarından ayırdığında yayılan taze saman kokusu dolardı, Topboğazı’ndan eski kıvrımlı yolda minibüs içinde eski Devlet Hastanesi istikametinde yol alırken. Yol boyunca sıra sıra çınar ağaçları gölgelerinin arasından sapsarı tarlalardan gelirdi o kokular, ikindi üstü.
Çiftçinin hasat sonu borçlarını ödeyeceği, gençlerin Cuma gününden başlayacak üç günlük davul zurnalı düğünlerinin planlandığı zamanlardı.
Kanatlı caddesi’ne girince iki yönlü küçük arklardan akan Karataş Çayı suyunu görünce minibüsün penceresinden inecek yere yaklaştığımı anlardım, Halk Bankası bitişiği dedem Berber Hacı’nın dükkanı.
Delibekirli dolmuş durağında eğri tekerli skoda arabanın arkasında köye hareket etmeyi beklerdim, çömelmiş diğer yolcuların bakışları ve “sen kimin oğlusun?” ile başlayan soruları eşliğinde.
Tanırlardı rahmetli babamı hep, ben “Paşanın” deyince.
Skoda’nın hareketini beklerken etraftan gelen sıcak müşebbek kokusu içimi doldurur, taa akşam yemeğine dek burnumda kalırdı.
Tek tük arabanın geçtiği, ılık rüzgarda yer yer keçi ağıllarından gelen “gara leblebi ” kokuları duyulan, tozlu – taşlı Karataş – Delibekirli yolunda skoda’nın arkasında giderken, geniş – yemyeşil bahçeler içindeki eve ulaşacak olmanın sevinci kaplardı.
Arabadan inmek için şoför mahallinin camı tıklatılırdı. Hep merak etmişimdir o Skoda’nın şoför mahallini, ancak hiç binemedim.
Artık yaş iniş – düşüşte.
Bir zamanlar güneş batmadan ulaştığım köyde, çoğu rahmetli olmuş büyüklerimin sözleri kulağımda, gün boyu bahçelerde tarlalarda yorulmuş sesleriyle. Güneşin batarken daha genç olduğu zamanlar hatırımda.
Bir de “Al Yazmalım” müziği, ruhumu bir hoş eden. Zihnimde sarı tarlalar, kırlangıçlar ve sıcak.
Çok arıyorum, ille de özlemi hiç bitmeyen geçmişe dair o günleri.
Burnumdaki toprak kokusu, soğuk bedenimi toprak kaplayınca bitecek…
Ali Gez
